BABAM VE KİRAZ AĞACI/ Feridun Andaç

چاپ ایمیل تاریخ انتشار:

                     İnsanları konuşmaya, çektikleri acılar-

                     dan daha çok hiçbir şey itemez.                     

   Michel del Castillo

         Yağmur hafifçe çiselemeye başlamıştı. Babamla, bin yıllık ayrılığın özlemini giderircesine, söze dalmıştık. Kiraz ağacının dalları hışırdıyordu. Arada bir kulağım o seslere gidiyordu. Annem, ”bu sohbet çaysız gitmez”, deyip, semaveri yeniden alevlendirmişti. Babam, sırtını ağacın gövdesine yaslamış, çevredeki kirlilikten söz ediyordu. Buradan,bu bahçeden dışarıya adım atmak istemediğini;atınca,bir başka dünyayla karşılaşmanın dayanılmazlığını dile getiriyordu.

   İkide bir ağacın bahçenin ortasına kol kanat geren dallarına bakıyordum. Yeşil, pembe, hafif kızarmaya yüz tutmuş kirazları seçebiliyordum yaprakların arasından.

         Havuzun fıskiyesinden gelen sesleri bastıran gök gürültüsü..Bahçenin yeşil örtüsüne düşen ses dalgasını görür gibi oluyorum.İçim ürperiyor..Babam;”Bu senin hep korkundu”, diyor.Bunun ardından dolu geleceğini biliyorum.

         Bütün bir gün bu ağacın duldasındaki çardakta oturmuşbahçeyi solumuştum adeta. Babamın yazdığı mektuplarda,’bir huri eksik’ dediği bahçeydi.Çocukluğumuzun kentinde,binbir çabayla kurduğu bahçenin bir benzerini burada var etmişti.Saltbu bahçeyi kurabilmek için,kentin dışında,insan elinin ulaşmadığı,araç yolunun geçmediği yeri seçmiş;yine o kentteki gibi önce bahçe alanını belirlemiş,çardak,havuz yeri ayırmış ağaçfidanlarını dikmeye başlamıştı.

         Onun bu hengamesine pek aldırmamıştım.Ben,ülkeyi onun özleyip kurduğu böylesi bir bahçeye çevirmenin sevdasındaydım.

Arada bir eve uğradığımda,uzaktan seyrettiğim yeşertilerdi işte!O,incirlerin olduğundan,asmaları kükürtlediğinden,benim sevdiğim frenküzümlerinin yemişe durduğundan;tavuklardan,tavşan ve kekliklerden söz eder dururdu.Dinler gibi görünürdüm.

Acelem vardı,bir yere yetişmenin telaşında ateş alırcasına konar,göçerdim.Annemin sevgi dolu,buruk bakışları yüzümde bir iz gibi kalırdı.Babam hep mevye mevsimlerini kaçırmamamı öğütlerdi.Sezdirmeden,bahçedeki ağaçların dilinden konuşurken; neyin ne zaman,hangi mevsimde yapılması gerektiğini kavratmak isterdi.Toprağa en yakın beni bulurdu, nedense!

         Turgenyev’in “Babalar ve Çocuklar”ını çocukluk kenti-

mizin evinin bahçesindeki çardakta okuyup bitirdiğimde orta-

okulda öğrenciydim.’Ben nihilistim’,deyip ortalarda dolaşıyor dum.Sokaktan eve,annemin kulağına;’senin oğlan nehilist olmuş’diye ulaşmıştı bu dillenişim.”İst”li her şey tehlikeliydi o günlerde.Terzi olan annem,bunu stilist gibi bir şey sanmış.Üsteleyip,’komünist gibi bir şeymiş’ demeleri üzerine;konuyu babama açmış.Yine bir akşamüstü bahçede semaveri yakmak için çıraları hazırladığım bir anda,babam;’şu nihilistlik nedir;bana bir anlat bakalım, balam’,diyerek semaveri alevlendirmeme yardım ediyordu.”Balam” sözcüğünü söyleyişindeki edada bir sevecenlik vardı.Bazen,kızdığında bu silinirdi.Demek ki kızmamıştı,merak etmişti yalnızca!

O ara,babamın yüzüne bakamamış;çardağın sundurmasınınpervazında dizi dizi duran şişelerime gözüm ilişmişti.Yanıtını bilemiyordum bu sorunun.

        O günlerde,küçükilaç şişelerine,yanıbaşımızdaki ormandan,bahçemizden topladığım böcekleri koyup,kitaplığımın raflarına diziyordum.Annem kokularından şikayet edip kızınca, bahçeye çıkarmıştım.Annemin öfkesini;’tabiat dersinde öğretmen istedi’diyerek bastırmıştım.Bu kez,babama,bakışlarımla şişeleri göstererek;’her şeyi irdeleyen,sevdiği şeyleri yapmayı seven;böcekleri koruyan,hayvanlara şefkatli davranandır’,demiştim;utanarak..Babam gülümsemişti.Bu pek

inandırıcı gelmemişti.Elimdeki odun parçacıklarını bırakıp,odama koşmuştum.”Babalar ve Çocuklar”ı alıp gelmiştim.Sıkıca elimde tuttuğum kitaptan güç alırcasına;Bazarov’un,hatırladığım sözlerini aktarmaya çalışmış,kitapta geçen yerlerini bulmak için sayfaları hızlı hızlı çevirip durmuştum.

         O gün,semaver çayının buğusunda,o akşamüstü okumayadevam edeceğimiz “İnce Memed”i bir yana bırakmış,”Babalar veÇocuklar”a başlamıştık.Bu kez okuyan bendim yine..

         Sonraları,adım,’küçük komünist’e çıkmıştı!Ne olduğunubilmiyordum.’Nihilistim’diye ortada dolaşmam bir ömürboyu yaşam çizgimi belirleyecek olayların başlangıç noktası olmuştu.

         Bazarov kadar asi miydim?Sanmıyorum!Babamın sevecen,annemin otoriter hali arasında kendimi ‘toprağın oğlu’ gibi hissettiğim günlerde;kır sevgisi,bende,önü alınamaz coşkular yaşatıyordu.Bu romanı kendime bu denli yakın bulmam bundandı belki.

         Bunu,12 Mart günlerinde tutuklanıp,çocukluğumdan koparılıp o güney kentinin karanlık cehennemine gönderildiğimde daha çok hissedecektim.Kendime geldiğimde,pencere önündeki fesleğenlerden ayrılmamıştım hiç.Bahçemizi,babamla kitap okumalarımızı,annemi,o an nedense Bazarov’u hatırlayıp ağlamıştımgözyaşlarımı kimseye göstermeden.

         Babam uyumaya başlamıştı.Yağmur soğuğunu tenimde hissediyordum.Kiraz ağacının altından da kalkmak istemiyordum.

         Oysa gözlerimden uyku akıyordu.Kalkıp bir yolculuğa

çıkacakmış gibiydim...

         Kollarının beni destekleyen sıcaklığı güven veriyordu.Hava kararmıştı.Gideceğimiz yol uzundu.Geceleyin oraya ulaşmanın güçlüğünden söz etmişti konuk olduğumuz evin sahibi.Babam,sonraki güne kalmanın gereksizliğini anlatıp,yola çıkmamızda acele etmişti.

Gideceğimiz köyün adını biliyordum yalnızca :Igdasor.Babamın halasının oğlu burada yaşıyordu.Arıcılık yapıyordu.Arada bir evimize geldiğinde;ballar,peynirler,tereyağları getirirdi.Anlata anlata bitiremezdi ‘yeşil vadi’sini.Bizim ‘Bünyamin amcamız’ gözümüzde arı gibi çalışmanın,çocukların dilinden anlamanın simgesiydi.Emekli olup o köye yerleşmişti. ’Bunlar sahicisinden,öyle Halanızın uydurma masallarından değil’deyip anlattığı ayı hikayelerini soluğumuzu tutarak dinlerdik.Korkumuzdan,merak ettiğimiz soruları da soramazdık.Sanki ayılar bir yerlerden çıkıp bizim bahçemize geleceklermiş gibi dilimiz tutulurdu.Babama da bu tutkusunu bulaştırmış,bahçemizin bir köşesine getirip dört kovan yerleştirmişti.Ayıların bahçelere inip arı kovanlarını alıp nasıl götürdüklerini dinledikçe nutkumuz tutulurdu..

         Zifiri karanlıkta önümüzde titrek bir ışık çizgisi vardı.Bisikletin arka lastiğine sürten dinamodan çıkan sesle babamın anlattığı masal ninnilemişti beni.Kollarının sıcaklığında uyumuştum.Uyandığımda yağmur yağıyordu.Durmuştuk.Bisikletin lastiği patlamıştı.Ba-

bam elindeki feneri tutmamı istemişti.Bisikletin arka lastiğinin şamrelini onaracaktı.Yağmurluğu çadır gibi yapıp altını girmiştik.Babam,şamrelin yamasını iki kez denediği halde

tutturamamıştı.Yağmur hızlanmıştı.Yağmurluk ikimizi de ıslanmaktan kurtaramamıştı.Çimen ve toprak kokusunun yanı sıra yağmur soğuğunu tenimde hissediyordum.

         Babam,’bundan sonra yürüyeceğiz,balam;ver elini’ diyerek;sol eliyle sağ elimi,diğeriyle de bisikleti kavrayıp yola devam etmek gerektiğini söylemişti.Sol elimdeki feneri, yağmurun ıslaklığına rağmen,sıkı sıkıya tutuyordum.Babam,bunu arada bir yakmamı istiyordu.

         Ben ayılardan,Bünyamin Amcamın anlattığı hikayelerden söz ediyordum;Babamsa hafiften bir türkü mırıldanıyordu:

         Yavru yavru huma kuşu yükseklerden seslenir

         Ağam, yar koynunda bir çift suna beslenir

         Yavru yavru sen ağlama kirpiklerin ıslanır

         Ağam,ben ağlımki gülüm,eylen eylen deli gönül uslanır

         Yavru sen bağ ol ki ben bahçende gül olim

         Ağam,layık mıdır yanıp yanıp kül olim

         Yavru yavru sen efendim,ben kapında kul olim

         Ağam, koy desinler,eylen eylen eylen bu da bunun kuludur.

         Dokunaklıydı sesi.Gideceğimiz yerde ilk aşkının yaşadığını bilirdim.Kentte,bir kına gecesinde ,uzun siyah saçlı,güzel gözlü genç bir kadın kardeşimle beni kucağına almış,bağrına basarak ağlamıştı.O çocuk halimizle bir anlam verememiştik.Bakışları üzerimizdeki kadınların fısıltılarına da öyle..Sonraları öğrenmiştim;bizim Leyla Abla diye seslendiğimizgüzel kadının babamın ilk gözağrısı olduğunu.

         Ben,Bünyamin Amcamın ‘yeşil vadi’sine,arı kovanlarına,meyva bahçesine kavuşmayı; çıkacağımız alabalık avının nasıl gerçekleşeceğini düşünüyordum.Babamsa bir sevda menziline ulaşmanın türkülerindeydi.

         Uyku gözlerimden akıyordu.                                                                                                                                                                                                              

         Annemin sesiyle kopuyorum o yolculuktan.Sırtımı dayadığım kiraz ağacının ilk fidanını elimde tutarak bisikletle güneşli bir günde kente dönüşümüzü hatırlıyorum birden.Bu kente göçünce;aynı kiraz ağacından fidan getirerek buradaki bahçeye dikmişti,Babam.O dal budak saran kiraz ağacının kendisine hepbeni hatırlattığını söyleyen annemin,”yağmurda öyle uyumayın” diye bizi uyaran sesini duymazdan gelip o düşlere uzanıyorum yeniden...

         ______

         (*)Öykü şu kitapta yer almaktadır: Feridun Andaç;Gönlümün Yitik Yurdunda, Can Yayınları, 2003, 119 s.

 

نوشتن دیدگاه

تصویر امنیتی
تصویر امنیتی جدید

جلسات ادبی تفریحی

jalasat adabi tafrihi

اطلاعات بیشتر

مراسم روز جهانی داستان با حضور استاد شفیعی کدکنی، استاد باطنی و استاد جمال میرصادقی
جلسات ادبی تفریحی کانون فرهنگی چوک
روز جهانی داستان و تقدیر از قبادآذرآیین سال 1394
روز جهانی داستان و تقدیر از فریبا وفی سال 1395
یازدهمین جشن سال چوک و تقدیر از علی دهباشی شهریور 1395

جلسات کارگاهی آزاد

jalasat kargahi azad

اطلاعات بیشتر

تماس با ما    09352156692